Acı Biten Okul, Lise Aşkı
1 sayfadaki 1 sayfası
Acı Biten Okul, Lise Aşkı
Okulların tatile girmesine on gün kalmıştı. Her yerde, dönem sonu sınavlarının bunaltan havası vardı. Çok yakında gelecek olan yaz sıcakları, iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı kendini.
Delikanlı, iki yıldır geçemediği dersi okutan hocanın odasından ümitsiz bir yüz ifadesiyle çıktı. Uzun bir maratonda ayağına takılan çalı gibi gördüğü dersi, anlaşılan yine geçemeyecekti. Kapıyı farkında olmadan şiddetle kapatması dışarda, içeri girmek için bekleyen kızın irkilmesine sebep olmuş, biraz da korkutmuştu. Delikanlı, dalgınlıktan kızı farketmemişti. Kız elindeki kitapların da etkisiyle boynunu sağa doğru bükerek, parlayan gözleri ve ürkek sesiyle “İçerisi müsait mi?” diye sordu. Delikanlı hiç konuşmadan evet dercesine başını öne doğru sallayıp, bütün zarifliğini topladığı küçücük eliyle kapıyı tıklayıp içeri giren kıza, hayran olmuş gözlerle bir müddet baktı. Uzun sarı saçlara, parlayan gözlere, baş döndüren bir güzelliğe sahipti. Delikanlı kalacağı dersten geçmenin, bir de kızla tanışmanın yollarını düşünerek yürüdüğü koridorun sonundan dönüp gözden kayboldu.
Küçük bir araştırma sonucunda kızın ismini ve sınıfını öğrenen delikanlı, tesadüf süsü verdiği karşılaşmalarla kızın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Günler ilerledikçe doyumsuzlaşan kızı görme arzusu delikanlıyı, kızın peşinde, fiziki yönden uyuşmayan gölgesi haline getirmişti. Kız sürekli peşinde gezen delikanlıyı önceleri dikkate almamış fakat bir müddet sonra rahatsızlık duymaya başlamıştı. Bu rahatsızlık kısa sürede yerini korkuya bırakmış, çirkin sayılabilecek bir yüzün takibinde olmak ürperti verir olmuştu.
Okulun son günü gelip çatmıştı. Kumbaraya atılan bozuk para misali biriktirdiği cesaretini yanına alan delikanlı, okulun kapısında beklemeye koyulmuştu. Kararlıydı. Bu onun son şansı olabilirdi. Ondan etkilendiğini gece gündüz onu düşüdüğünü söylemeliydi. Kız çıkınca, heyecanına, terlemesine, sıkılmasına hatta nefesinin kesilmesine aldırmadan, içinden geçenleri bir çırpıda söyleyiverdi. Kız, karşısında heyecanla bir cevap bekleyen delikanlının söylediklerini umursamadan: “Seni peşimde görmek istemiyorum. Bir daha ki sefere bu kadar hoşgörülü olmam. Duyguların umurumda bile değil. Bir daha beni rahatsız etme!” dedikten sonra oradan hızlı adımlarla uzaklaşıp gitti. Delikanlı koşar adımlarla giden kızın arkasından boş gözlerle bakarken, hafif bir rüzgarda bütün yaprakları dökülmüş gelincik çiçeği gibi yanlız ve anlamsız olduğunu hissediyordu…
Günlerce kendisini eve kapattı. Ölmeyecek kadar yiyor, çok az uyuyor, sadece onu düşünüyordu. Okullar da tatil olmuştu. O günden sonra kızı hiç görmemişti. Bir akşam ansızın, memleketine dönmeye karar verdi. Unutmaya çalışacaktı. Kararlıydı. Belki de en hayırlısı bu olacak diyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla şehri ve sevdiği kızı terketti.
Günler hızla geçiyordu. Delikanlı memleketine geleli tam onbeş gün olmuştu. Yangın bir türlü sönmüyordu. İçinde sebepsiz bir ümit vardı. Sanki bir gün, kendisini kabul edecekti. Pes etmemeliydi. Ona sevgisinde samimi olduğunu ıspatlamak için tekrar kızın yanına dönmeye karar verdi. Onu görme isteğinin de etkisiyle hazırlıkları hızla tamamlayıp, fethe giden asker edasıyla yola düştü. Sevdiği kızın gönlünü fethe çıkmıştı.
Heyecan ve sabırsızlıkla geçen yolculuktan sonra, şehre varır varmaz yorgunluğuna aldırmadan soluğu kızın evinin önünde aldı. Şehirdeki hareketlilik, tatilin ve sıcakların etkisiyle yerini boş sokaklara bırakmıştı. Kızın evinin karşısındaki parka oturup akşama kadar bekledi. Fakat evde hiç hareketlilik yoktu. Tam ümidini kesmiş evine dönmek üzereyken, parka bakan odanın ışığının yandığını gördü. Işığın yanmasıyla, içinde yanan ateş de alevlenmişti. Heyecanından yerinde duramıyordu. Kız, perdeleri aralamış dışarıya bakıyordu. Gözlerinde hafif bir ışıltıyla gülümseyen delikanlı, kızın kendisini farketmesi için oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. Kız etrafa bakınırken delikanlıyı farketmiş, ansızın yüzünde beliren şaşkınlıkla uzun uzun süzmüştü. Daha sonra pencereyi kapatıp perdeleri çekti.
Delikanlı, okullar açılana kadar neredeyse bütün gününü parkta sevdiği kızı görme umuduyla geçirdi. Sabahlara kadar oturduğu günlerin, üzerine doğan güneşin sayısını bile unutmuştu. Kız dışarı çıktığı zaman, peşinde gölge olmuş, bulduğu her fırsatta kıza aşkını ilan etmiş, samimiyetine inanmasını istemiş, ancak, kız hiç oralı olmamıştı. Yaz boyunca oturduğu parkta sarhoşlara yarenlik etmiş, onu kaldırmaya gelen polislere, bekçilere zararsız olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Her reddedilişinde aşkından vaz geçmek istemiş ancak bunu yapamamıştı.
Sonunda, okullar açılmıştı. Delikanlı, sevdiği kızı daha çok görebilecekti. Okula, sırf kızı görebilmek için gidiyor, hiç ders çalışmıyordu. Okulu, adeta buluşma yeri gibi kullanıyordu. Telefonda görüştüğü ailesine, çok çalıştığını, bu yıl okulu bitireceğini söylüyordu. Annesinin, bu azim karşısında döktüğü sevinç göz yaşları onu kahrediyordu…
Artık, kız onu görünce yolunu değiştirmeye başlamıştı. Bazen mecburen onu dinlemek zorunda kalıyor ama hiç konuşmuyordu. Delikanlı, kendisinden kaçan kıza mektuplar yazıyor, bulduğu her fırsatta mektupları kıza veriyordu. Fakat kız bu mektupların hiçbirisini kabul etmiyor, bazısını da delikanlının gözü önünde yırtıp atıyordu. Günler hızla geçiyor hiçkimse delikanlının çaresizliğini anlamıyordu…
Sonbahar bütün hüznü ve acısıyla geçmiş, ve nihayet sıcak günlerin ardından kış bastırmıştı. Delikanlı, bayağı zayıflamış, çektiği acı ve yaşadığı karşılıksız aşk onu halsiz düşürmüştü. Artık eskisi gibi parkta oturamıyor, ders çıkışlarında saatlerce bekleyemiyordu. Sanki yaşlanmış gibi hissediyordu kendini. Havanın iyi olduğu zamanlarda yine parka gidiyor, yine halsiz bedeninin üzerine güneşler doğuyordu.
Son zamanlarda çok hastaydı. Sürekli öksürüyordu. Uzun süredir hem hastalığı hem de şiddetli kış, sevdiğini görmesine izin vermemişti. Çok özlemişti. İçinde müthiş bir istek vardı. Tek düşündüğü onu görmekti. Üzerindeki battaniyeyi bir kenara atıp, güçlükle ayağa kalktı. Havanın soğukluğuna ve yağan kara aldırmadan parka gitmeye karar verdi. Üzerini kar kaplamış bankı, eliyle temizledikten sonra oturup kızın pencereye çıkmasını beklemeye koyuldu. Çok titriyordu. Ellerini ağzına götürüp üfleyerek ısınmaya çalışıyordu. Çok geçmeden perdeleri aralayan kız karşısında soğuk havaya ve yağan kara aldırmadan, bankta oturan delikanlıyı görünce: “ Bela oldu bu çocuk başıma” diye mırıldandı. Gece geç saatlere kadar birisi pencerenin önünde, neler olacağını merak ederek, diğeri ise buz gibi bankın üzerinde yüreğindeki ümitle oturdu. Kız, gitmesi için ışıkları söndürüyor, perdeleri hiç açmıyordu. Fakat arada bir perdenin ucunu kaldırıp baktığında hâlâ oturduğunu görüyordu. Ona, hem kızıyor hem acıyordu. Delikanlının kalkıp gitmeyeceğini anlayan kız: “Ne halin varsa gör” diyerek uyumak için yatağına girdi. Delikanlı ise tir tir titriyor, boğazı yırtılacak gibi öksürüyor, ama nedense kalkıp gitmek içinden gelmiyordu. Sanki şimdiye kadar kendisini kabul etmeyen kız, bu gece kabul edecekmiş gibi geliyordu.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kız dışarda kendisi için bekleyen delikanlıya aldırış etmeden uyumaya başlamıştı. Derken, yüzünde boncuk boncuk terlerle sıçrayıp yatağından doğruldu. Rüyasında delikanlıyı görmüştü. Yine aynı parkta oturuyor, kızın yüzüne dahi bakmıyordu. Belli ki küsmüştü. Sonra kıza dönüp: “Hâlâ inanmıyorsun değil mi? diye sordu. O halde sevgimi, işte bu gece, işte bu sabah, işte bu rüzgaz, işte bu yağan kar, işte bu üzerime doğan güneş anlatsın” deyip ortadan kayboldu. Delikanlı, işaret parmağını havaya kaldırıp, işte bu gece dediğinde gece oluyor, işte bu sabah dediğinde güneş doğuyor, rüzgar dediğinde şiddetli rüzgarlar esiyor, kar dediğinde kar yağıyordu. Kız, bunları bizzat yaşıyor, bütün bu tabiat olaylarından yoğun bir şekilde etkileniyordu. Rüzgar estiğinde, kar yağdığında sanki donuyor, güneş çıktığında sanki yanıyordu.
Kız, pencerenin önüne gidip perdeyi araladı. Dışarıda çok şiddetli kar yağıyordu. Pek uzağı göremedi, ama parkta birisinin oturduğu belli oluyordu. Sabah olmasına az kalmıştı. Kız, tekrar yatağına uzandı. Gözlerini tavana dikip, gördüğü rüyanın etkisiyle içinden: “Sabah olduğunda yanına gidip özür dileyeceğim. Beni affetmesini isteyeceğim” diye geçirdi. Rüya gözünün önünden gitmiyordu. Sabahı sabırsızlıkla bekleyip, güneşin ilk ışıklarıyla kendisini dışarı attı. Konuşacaklarının provasını yaparak parka doğru ilerledi. Parka yaklaştığında delikanlının oturduğu bankın etrafında dört beş kişinin olduğunu gördü. Bunların birisi polisdi. Kız, bu manzara ile birkaç kez daha karşılaşmıştı. Mahallenin namus bekçileri, delikanlıyı defalarca polise şikayet etmişti. Herhalde yine öyle bir durum yaşanıyordu. Banka iyice yaklaşmıştı ki birden, parkın girişinde bir adamın: “Ambulans geldiiiii” diye bağırdığını duydu. Hemen banka koştu. Bankın yanına geldiğinde üzerini kar kaplamış, içinde hâlâ bir umut olduğu belli olan, delikanlının soğuktan donmuş, cansız ve cılız bedeniyle karşılaştı.
Mavi ışıklı ambulansın acı sirenleri bu kez de, delikanlının donmuş bedenini morga götürmek için çalıyordu…
Delikanlı, iki yıldır geçemediği dersi okutan hocanın odasından ümitsiz bir yüz ifadesiyle çıktı. Uzun bir maratonda ayağına takılan çalı gibi gördüğü dersi, anlaşılan yine geçemeyecekti. Kapıyı farkında olmadan şiddetle kapatması dışarda, içeri girmek için bekleyen kızın irkilmesine sebep olmuş, biraz da korkutmuştu. Delikanlı, dalgınlıktan kızı farketmemişti. Kız elindeki kitapların da etkisiyle boynunu sağa doğru bükerek, parlayan gözleri ve ürkek sesiyle “İçerisi müsait mi?” diye sordu. Delikanlı hiç konuşmadan evet dercesine başını öne doğru sallayıp, bütün zarifliğini topladığı küçücük eliyle kapıyı tıklayıp içeri giren kıza, hayran olmuş gözlerle bir müddet baktı. Uzun sarı saçlara, parlayan gözlere, baş döndüren bir güzelliğe sahipti. Delikanlı kalacağı dersten geçmenin, bir de kızla tanışmanın yollarını düşünerek yürüdüğü koridorun sonundan dönüp gözden kayboldu.
Küçük bir araştırma sonucunda kızın ismini ve sınıfını öğrenen delikanlı, tesadüf süsü verdiği karşılaşmalarla kızın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Günler ilerledikçe doyumsuzlaşan kızı görme arzusu delikanlıyı, kızın peşinde, fiziki yönden uyuşmayan gölgesi haline getirmişti. Kız sürekli peşinde gezen delikanlıyı önceleri dikkate almamış fakat bir müddet sonra rahatsızlık duymaya başlamıştı. Bu rahatsızlık kısa sürede yerini korkuya bırakmış, çirkin sayılabilecek bir yüzün takibinde olmak ürperti verir olmuştu.
Okulun son günü gelip çatmıştı. Kumbaraya atılan bozuk para misali biriktirdiği cesaretini yanına alan delikanlı, okulun kapısında beklemeye koyulmuştu. Kararlıydı. Bu onun son şansı olabilirdi. Ondan etkilendiğini gece gündüz onu düşüdüğünü söylemeliydi. Kız çıkınca, heyecanına, terlemesine, sıkılmasına hatta nefesinin kesilmesine aldırmadan, içinden geçenleri bir çırpıda söyleyiverdi. Kız, karşısında heyecanla bir cevap bekleyen delikanlının söylediklerini umursamadan: “Seni peşimde görmek istemiyorum. Bir daha ki sefere bu kadar hoşgörülü olmam. Duyguların umurumda bile değil. Bir daha beni rahatsız etme!” dedikten sonra oradan hızlı adımlarla uzaklaşıp gitti. Delikanlı koşar adımlarla giden kızın arkasından boş gözlerle bakarken, hafif bir rüzgarda bütün yaprakları dökülmüş gelincik çiçeği gibi yanlız ve anlamsız olduğunu hissediyordu…
Günlerce kendisini eve kapattı. Ölmeyecek kadar yiyor, çok az uyuyor, sadece onu düşünüyordu. Okullar da tatil olmuştu. O günden sonra kızı hiç görmemişti. Bir akşam ansızın, memleketine dönmeye karar verdi. Unutmaya çalışacaktı. Kararlıydı. Belki de en hayırlısı bu olacak diyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla şehri ve sevdiği kızı terketti.
Günler hızla geçiyordu. Delikanlı memleketine geleli tam onbeş gün olmuştu. Yangın bir türlü sönmüyordu. İçinde sebepsiz bir ümit vardı. Sanki bir gün, kendisini kabul edecekti. Pes etmemeliydi. Ona sevgisinde samimi olduğunu ıspatlamak için tekrar kızın yanına dönmeye karar verdi. Onu görme isteğinin de etkisiyle hazırlıkları hızla tamamlayıp, fethe giden asker edasıyla yola düştü. Sevdiği kızın gönlünü fethe çıkmıştı.
Heyecan ve sabırsızlıkla geçen yolculuktan sonra, şehre varır varmaz yorgunluğuna aldırmadan soluğu kızın evinin önünde aldı. Şehirdeki hareketlilik, tatilin ve sıcakların etkisiyle yerini boş sokaklara bırakmıştı. Kızın evinin karşısındaki parka oturup akşama kadar bekledi. Fakat evde hiç hareketlilik yoktu. Tam ümidini kesmiş evine dönmek üzereyken, parka bakan odanın ışığının yandığını gördü. Işığın yanmasıyla, içinde yanan ateş de alevlenmişti. Heyecanından yerinde duramıyordu. Kız, perdeleri aralamış dışarıya bakıyordu. Gözlerinde hafif bir ışıltıyla gülümseyen delikanlı, kızın kendisini farketmesi için oturduğu yerde kıpırdanmaya başladı. Kız etrafa bakınırken delikanlıyı farketmiş, ansızın yüzünde beliren şaşkınlıkla uzun uzun süzmüştü. Daha sonra pencereyi kapatıp perdeleri çekti.
Delikanlı, okullar açılana kadar neredeyse bütün gününü parkta sevdiği kızı görme umuduyla geçirdi. Sabahlara kadar oturduğu günlerin, üzerine doğan güneşin sayısını bile unutmuştu. Kız dışarı çıktığı zaman, peşinde gölge olmuş, bulduğu her fırsatta kıza aşkını ilan etmiş, samimiyetine inanmasını istemiş, ancak, kız hiç oralı olmamıştı. Yaz boyunca oturduğu parkta sarhoşlara yarenlik etmiş, onu kaldırmaya gelen polislere, bekçilere zararsız olduğunu anlatmaya çalışmıştı. Her reddedilişinde aşkından vaz geçmek istemiş ancak bunu yapamamıştı.
Sonunda, okullar açılmıştı. Delikanlı, sevdiği kızı daha çok görebilecekti. Okula, sırf kızı görebilmek için gidiyor, hiç ders çalışmıyordu. Okulu, adeta buluşma yeri gibi kullanıyordu. Telefonda görüştüğü ailesine, çok çalıştığını, bu yıl okulu bitireceğini söylüyordu. Annesinin, bu azim karşısında döktüğü sevinç göz yaşları onu kahrediyordu…
Artık, kız onu görünce yolunu değiştirmeye başlamıştı. Bazen mecburen onu dinlemek zorunda kalıyor ama hiç konuşmuyordu. Delikanlı, kendisinden kaçan kıza mektuplar yazıyor, bulduğu her fırsatta mektupları kıza veriyordu. Fakat kız bu mektupların hiçbirisini kabul etmiyor, bazısını da delikanlının gözü önünde yırtıp atıyordu. Günler hızla geçiyor hiçkimse delikanlının çaresizliğini anlamıyordu…
Sonbahar bütün hüznü ve acısıyla geçmiş, ve nihayet sıcak günlerin ardından kış bastırmıştı. Delikanlı, bayağı zayıflamış, çektiği acı ve yaşadığı karşılıksız aşk onu halsiz düşürmüştü. Artık eskisi gibi parkta oturamıyor, ders çıkışlarında saatlerce bekleyemiyordu. Sanki yaşlanmış gibi hissediyordu kendini. Havanın iyi olduğu zamanlarda yine parka gidiyor, yine halsiz bedeninin üzerine güneşler doğuyordu.
Son zamanlarda çok hastaydı. Sürekli öksürüyordu. Uzun süredir hem hastalığı hem de şiddetli kış, sevdiğini görmesine izin vermemişti. Çok özlemişti. İçinde müthiş bir istek vardı. Tek düşündüğü onu görmekti. Üzerindeki battaniyeyi bir kenara atıp, güçlükle ayağa kalktı. Havanın soğukluğuna ve yağan kara aldırmadan parka gitmeye karar verdi. Üzerini kar kaplamış bankı, eliyle temizledikten sonra oturup kızın pencereye çıkmasını beklemeye koyuldu. Çok titriyordu. Ellerini ağzına götürüp üfleyerek ısınmaya çalışıyordu. Çok geçmeden perdeleri aralayan kız karşısında soğuk havaya ve yağan kara aldırmadan, bankta oturan delikanlıyı görünce: “ Bela oldu bu çocuk başıma” diye mırıldandı. Gece geç saatlere kadar birisi pencerenin önünde, neler olacağını merak ederek, diğeri ise buz gibi bankın üzerinde yüreğindeki ümitle oturdu. Kız, gitmesi için ışıkları söndürüyor, perdeleri hiç açmıyordu. Fakat arada bir perdenin ucunu kaldırıp baktığında hâlâ oturduğunu görüyordu. Ona, hem kızıyor hem acıyordu. Delikanlının kalkıp gitmeyeceğini anlayan kız: “Ne halin varsa gör” diyerek uyumak için yatağına girdi. Delikanlı ise tir tir titriyor, boğazı yırtılacak gibi öksürüyor, ama nedense kalkıp gitmek içinden gelmiyordu. Sanki şimdiye kadar kendisini kabul etmeyen kız, bu gece kabul edecekmiş gibi geliyordu.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Kız dışarda kendisi için bekleyen delikanlıya aldırış etmeden uyumaya başlamıştı. Derken, yüzünde boncuk boncuk terlerle sıçrayıp yatağından doğruldu. Rüyasında delikanlıyı görmüştü. Yine aynı parkta oturuyor, kızın yüzüne dahi bakmıyordu. Belli ki küsmüştü. Sonra kıza dönüp: “Hâlâ inanmıyorsun değil mi? diye sordu. O halde sevgimi, işte bu gece, işte bu sabah, işte bu rüzgaz, işte bu yağan kar, işte bu üzerime doğan güneş anlatsın” deyip ortadan kayboldu. Delikanlı, işaret parmağını havaya kaldırıp, işte bu gece dediğinde gece oluyor, işte bu sabah dediğinde güneş doğuyor, rüzgar dediğinde şiddetli rüzgarlar esiyor, kar dediğinde kar yağıyordu. Kız, bunları bizzat yaşıyor, bütün bu tabiat olaylarından yoğun bir şekilde etkileniyordu. Rüzgar estiğinde, kar yağdığında sanki donuyor, güneş çıktığında sanki yanıyordu.
Kız, pencerenin önüne gidip perdeyi araladı. Dışarıda çok şiddetli kar yağıyordu. Pek uzağı göremedi, ama parkta birisinin oturduğu belli oluyordu. Sabah olmasına az kalmıştı. Kız, tekrar yatağına uzandı. Gözlerini tavana dikip, gördüğü rüyanın etkisiyle içinden: “Sabah olduğunda yanına gidip özür dileyeceğim. Beni affetmesini isteyeceğim” diye geçirdi. Rüya gözünün önünden gitmiyordu. Sabahı sabırsızlıkla bekleyip, güneşin ilk ışıklarıyla kendisini dışarı attı. Konuşacaklarının provasını yaparak parka doğru ilerledi. Parka yaklaştığında delikanlının oturduğu bankın etrafında dört beş kişinin olduğunu gördü. Bunların birisi polisdi. Kız, bu manzara ile birkaç kez daha karşılaşmıştı. Mahallenin namus bekçileri, delikanlıyı defalarca polise şikayet etmişti. Herhalde yine öyle bir durum yaşanıyordu. Banka iyice yaklaşmıştı ki birden, parkın girişinde bir adamın: “Ambulans geldiiiii” diye bağırdığını duydu. Hemen banka koştu. Bankın yanına geldiğinde üzerini kar kaplamış, içinde hâlâ bir umut olduğu belli olan, delikanlının soğuktan donmuş, cansız ve cılız bedeniyle karşılaştı.
Mavi ışıklı ambulansın acı sirenleri bu kez de, delikanlının donmuş bedenini morga götürmek için çalıyordu…
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz